Bugun...


Mehmet Çilsal

facebook-paylas
ASPAT-TARİH-TABİAT... ASPAT-İNŞAAT-MEVDUAT... (Tabiat ve Kültürel Varlıklar katliamı-2)
Tarih: 08-07-2021 16:27:00 Güncelleme: 08-07-2021 16:27:00


 

 

Yahudiler, Aspat’a nereden, nasıl, ne zaman gelmişti?

 

Aspat Kalesi’ne Menteşeoğulları ve Osmanlılar devrinde “Çıfıt Kalesi” deniyordu.  Bu tabir, burada ezelden beri Yahudilerin yaşadığına işaretti. “Çifut” ya da “Çıfıt”, Farsça “cihud” dan Türkçeye geçmişti ve hem “Yahudi”(Musevi) demekti hem  hilekar, düzenbaz anlamında kullanılıyordu.

 

 

Yunan Tarihçi Makrypoulias Christos,  Küçük Asya’daki ilk Yahudilerin varlığını Makedon Kralı Antiokhos III’e bağlar. Yazdıklarına göre İskender’in ölümüyle birlikte imparatorluk generaller arasında bölünür. Bunlardan Seleukos (MÖ 312), Babil’de çok güçlü bir devlet kurar. Bu devlet Balkanlardan Hindistan’a kadar genişleyip yükselişe geçer. Yahudilerin Anadolu ile tanışmaları bu yükselme döneminde olur.  

 

 

Seleikos sonrası hükümdarlardan biri olan Antiokhos III(MÖ 223), Küçük Asya'daki 60 dan fazla şehir ve kasabaya önemli miktarda Yahudi yerleştirir. Bunlardan  tüccar ve usta olanlar bilhassa Küçük Asya’nın batı ve orta kesimlerine iskan edilir. Hıristiyanlık ve Musevilik geriliminin devam ettiği bu yıllarda, Grek-Helen ahali bu insanları şehirlerinde istemez bu yüzden Yahudiler için ayrı mahalleler kurulur. Küçük Asya’yı yurt edinen Yahudiler, Helenistik dönemde daha da güçlenir. Zamanla Helen adlar alıp Elenice konuşmaya başlayan ve yerelleşen(asimile olan) bu Yahudiler ‘Rabbaniler’ adını alır.    

 

Yahudi nüfusun güneyden kuzeye göçü, ilerleyen yüzyıllarda da devam eder. Akdeniz ve Küçük Asya tüm Ortaçağ(MS 400-1400) boyunca ciddi miktarda Yahudi nüfus barındırır hale gelir. Bunu sebebi ise kutsal topraklarda Emeviler, Abbasiler, Fatımiler gibi Arap-İslam devletlerinin güçlenmesi ve Yahudi, Ermeni vb. halklarını sürekli  Küçük Asya’ya doğru sürmesidir. Sonradan gelen ve genellikle büyük şehirlere yerleşmeyi tercih eden bu göçmen Yahudiler, kendilerine ‘Karaites’ dese de  Bizans ahalisi, Rabbani-Karaites ayırımı yapmaz.(1*)  

 

 

1071 Malazgirt Savaşı sonrası Küçük Asya’ya Türk akınları başlar. Türk boylarından güneybatı istikametine göçenler, yurt edindikleri Antalya, Muğla, Aydın bölgesinde denizciliği öğrenir. Bu süreç beylik devletleri kurmaya kadar gider. Böylece, Küçük Asya’ya yeni bir kavim daha eklenmiş olur.

Ancak, 1200’lerde Anadolu halkları ve Bizans İmparatorluğu için bu kez başka bir tehlike belirir. Fil, kule, ateşli silah ve yüzbinlerce askerden oluşan Moğol Ordusu, doğudan batıya doğru talan yapa yapa, akın akın ilerler. Yağmacı Moğol Ordusu öylesine acımasız, gaddar, hunhardır ki daha kendisi gelmeden, yüzlerce km. öteden korkusu gelir. Arap ve Anadolu topraklarını kasıp kavururlar...  

 

 

Bu arada, Haçlı savaşları hala devam etmektedir. Ortadoğu kan gölü gibidir...

 

Bu gelişmeler, Ortadoğu ve Güney Asya’nın son kalan Yahudilerinin de Akdeniz ve Batı Anadolu’ya göçmesine sebep olur.

 

ASPAT VE TÜRKLER

 

Aspat Yahudileri’nin geçmişinin Makedon Krallığı’na mı, İslam’ın doğuşuyla birlikte ortaya çıkan Arap devletlerine mi, Haçlı savaşlarına mı dayandığını, ne kadar eskiye gittiğini bilmiyoruz ama kendilerine ‘Çıfıt’ diyen Türklerle Menteşeoğulları(13.yy) döneminden bile önce, 1080’lerde tanıştıklarını biliyoruz.    Bu ilk karşılaştıkları  Türkler, 1030’ların vurkaçcı Araplarına benziyordu. Kuman, Kıpçak, Gagavuz, Horasan karışımı Türkler, 1080-1260 arası yıllarda yerel feodal beylerle imparatorluğa karşı işbirliği yaparak ve Bizans askeri birlikleriyle çarpışa çarpışa  karadan Batı’ya-Ege’ye doğru ilerler. Menteşeoğulları Beyliği’nin bölgede hegomanya kurduğu dönem, Aspat Yahudileri’nin Türklerle ikinci kez tanıştığı dönem olur.

 

 

Bu yılların Aspat’ı, Bizans İmparatoru’ndan serbest ticaret imtiyazı almış Venediklilerin de hem yerleşim birimi hem limanıdır. Balad’ı kendine başkent yapan Menteşeoğulları, egemen oldukları deniz, kıyı ve kara alanlarındaki Yahudi ve Venedikliler’in varlığı sayesinde ticareti öğrenip Anadolu’daki diğer beylik devletleri içinde en müreffeh, en zengin devlet haline gelir. Aspat-Strobilos/Termera’nın Rum, Yahudi, Latin kadim ahalisi Menteşeoğulları’na vergi ödemeye başlar. Türkler, sadece Aspat-Termera yamaçlarındaki  kale, ev, sarnıç, hisar, sur  gibi yapılarda yaşamakta olan  Rum, Yahudi, Venediklilerden ‘baş vergisi’ toplayan egemen devlet idarecileri değil aynı zamanda artık bu kadim insanların komşusu da olur. Strobilos zirvesindeki gözetleme kulesi ve düşmandan saklanmaya yarayan kale, artık “Çıfıt Kalesi” diye anılır. 

 

 

1390’daki Yıldırım Beyazıd istilasıyla birlikte bölgeye Osmanlı Türkleri hakim olur. Menteşeoğulları ümera ve ulema sınıfı Osmanoğullarının bıraktığı paşaya biat eder.    

 

15’nci yüzyılın başlarıysa, Bizans İmparatorluğu, Latin despotluklar, St John Rodos Şövalyeleri ve Türk Beyliklerini barındıran Anadolu’nun kaos yıllarıdır. Herbirinin derdi başından aşkınken, tüm bunlar yetmezmiş gibi bu kez hepsinin istikbalini  etkileyecek başka bir felaket belirir: Moğol istilası...Osmanlı’yı Ankara Savaşı’nda yenen Timur, Anadolu’yu dizayn etmeye başlar.   

 

 

İşte tam bu yıllarda, harabe Halikarnas’a birileri daha gelir. Aragon, Katalan, İtalyan, Alman ve Frenklerden müteşekkil Rodos Şövalyeleri, Zephyria yarımadacığının kalıntıları üstüne kale yapmaya koyulur. Yüzlerce senedir sessizliğe gömülü Karya’nın başkentinden kazma kürek, insan ve köpek sesleri yükselmeye başlar. Böylece Leleg-Halikarnas Yarımadası’nın  nüfusu biraz daha çeşitlenir, ancak 1403 senesi ne yazık ki berbat bir sene olur. 

  

 

Aspat’lılar, o sene Moğol Ordusu’nun yazbaşında Balad’ta(Palatia) ordugah kurduğunu, kafileler halinde sağı solu yağmalağını, hatta az ötedeki Leros’tan gemiler dolusu insan ve esir götürdüklerini duyar ve en kuytu yerlerde gruplar halinde saklanmaya başlar. Muhetemelen Timur  Ordusu’nun bir an evvel defolup gitmesini korku içinde beklerler.        

 

Bu arada Zephyria’da kale inşa eden Aziz John’un Rodos Şövalyeleri, Moğolların ne tür insan olduğunu İzmir’den çok iyi bildiği için  1403’te Balad’ta(Palatia) ordugah kuran bu askerlere karşı gece gündüz tetikte bekler. Aslında sadece Aziz John Şövalyeleri(sancuvan) değil hemen karşıdaki adalardan Leros’un yağması ile Osmanlı Padişah’nın Balad’ta kafeste tutulduğunu duyan Yarımada’nın Ortodoks Rum Papazları(kalmışsa eğer) da Timur deccalinin bir an evvel bölgeden çekip gitmesi için duaya durup ayinler yapar.   

 

Timur, Menteşeoğlu ülkesini Osmanoğlu Yıldırım’dan alıp  her sene vergi ödemek kaydıyla  eski sahibine  iade eder. Moğol Ordusu’nun nihayet bölgeyi terketmesinin ardından Yarımada’nın kaderi değişmeye başlar. Sadece deniz yolları değil, Karaova-Milas-Beçin ile köyleri birbirine bağlayan kara yolları da nispeten  hareketlenir.  

 

 

Aspat, bir liman şehri olması nedeniyle Yarımada’nın diğer yerlerine nazaran daha şen, daha hareketlidir. Az öteye birkaç fersahlık (3 deniz mili) mesafedeki harabe Halikarnas’a kale inşa eden bir nüfusun gelmiş olması,  Aspat’ın kadim ahalisi Rum, Yahudileri(Çıfıt) ve Tüccar Venediklileri nasıl etkilediğini bilmiyoruz.    

 

Fetret devri sonrası 1412 gibi Menteşeoğlu toprakları Osmanoğlu Çelebi Mehmet  tarafından bir kez daha istila edilir. Leleg-Halikarnas Yarımadası, Rodos Şövalyeleri’nin inşa ettiği St. Pierre(Aziz Petrus)  Kalesi ve yakın çevresi hariç tamamen Osmanlı’nın hakimiyetine girer.Güçlenip büyüyen Osmanlı Devleti, zamanla Rodos Şövalyelerini topraklarında istememeye başlar. Sürekli işgal plan ve hazırlıkları yapar.  

 

 

1472 senesinde, Aspat-Strobilos/Termera’da beklenmedik bir musibet daha zuhur eder.  Osmanlı’nın Eğriboz’u fethine karşılık vermek isteyen Venedikliler Avrupa krallıklarını bir haçlı seferi yapılması için ikna eder. Venedikli tarihçi Domenico Maligiero’nun yazdıklarına göre, St. Jean Şövalyeleri ile Kıbrıs Krallığına ait gemilerden oluşan büyük bir Donanma, Aspat limanına çıkarma yapar 400 kadar haneyi yakıp yıkar ve sağ kalan ahaliyi Türk, Rum, Yahudi demeden esir alır.  Bu haydutluğa büyük bir ihtimalle Rodos yedeği olan St. Peter Kalesi rahip ve savaşçıları bizzat aracılık eder. (2*)

 

Aspat, büyük bir ihtimalle bu vakıadan sonra uzun bir süre bomboş kalır. Artık bölgede Yahudiler yoksa da geride yadigar bıraktıkları adları kalır: Çıfıt Kalesi...

 

 

Yaşanan felaketinden tam 8 sene sonra(1480), Akdeniz’deki  çıban başı Hospitaller Şövalyeleri’nin işini bitirmek maksadıyla Osmanlı Donanması nihayet bölgeye gelir, ancak Rodos kuşatması başarısız olunca geri dönülür.  

Piri Reis ve Aspat

Piri Reis, 1520’lerde bitirdiği el yazması Kitab-ı Bahriye’sinde Aspat’ı şu şekilde tarif eder “İspot Kalesi deniz üstünde sivri bir tepeye kurulmuş. Kalenin önünde harap binalar var su ihtiyacı binaların kenarındaki sarnıçtan sağlanır Burdan akan su denize kadar uzanır.Poyrazda kaleönü iyi sığınak yeridir.” .  (3*)     

 

 

Evliya Çelebi ve Aspat

 

Evliya Çelebi, 1672’de çıktığı Batı Anadolu-Mekke hicaz seyahatı sırasında görüp gezdiklerini not ettiği seyahatnamesinde, “Ispat” dediği Aspat’tan şöyle bahseder: “Evsaf-ı kal’a-i Isbat, Daha once Malta kafiri Venedik elinden alıp harap etmiş. Sonra Menteşe oğulları fethedip mamur etmişler. Hala Menteşe toprağında Kara Bağlar kazası adlı bir burunda gokyuzune uzanmış bir sarı kaya Bisutun Dağı uzerinde henuz usta elinden cıkmış bir sağlam kaledir. Limanında demir atıp ruzgar biraz insin deyip bekleyip kaleyi gezdik. Yalcın kaya uzerinde yuvarlak bir kucuk kaledir, buyukluğu 700 adımdır. Kuzeye bakar bir kapısı var. Ama gayet yuksek olmakla onda insan olmayıp atıl yatar. Ancak vilayet halkı kafir korkusundan coluk cocuklarını ve mallarını oraya koyup korurlarmış.

 

 

Dizdarı, neferi, top ve tufengi yoktur. Aşağı limanında yalcın kayalar dibinde deniz kıyısında bir abıhayat suyu kaynayıp cıkar, 10 değirmen yurutur bir tatlı sudur. Tum gelen giden gemiler ondan sulanırlar, zira suyu bir yıl dursa bozulmaz, gayet şeker gibi sudur. Oradan yine firkateye binip Isbat Kalesi dibinden kıyı sıra 2 mil gidip yalcın kayalar uzere vardacılar koyup kafir gemileri olmadığının haberini alıp Allah'a sığınıp 6 mil karşı sıyırma ruzgar ile hamd olsun kolaylıkla gecip...”. (4*)  

Aspat Kalessi(Chifoot Kalessi) ve Sir Charles Thomas Newton

 

 

Karya Ülkesi ve onun yükseklerde kurulmuş şehirlerinden bahseden  Homeros,  Heredot, Pliny, Vitruvius, Strabo gibi tarihçilerin,  az ya da çok Termera’yı da tarif ettiğini biliyoruz. Ortaçağ ve sonrasında ise Aspat’ı(Termera-Strobilos-Asarlık) arkeolojik boyutlarıyla ele alan en ünlü şahsiyet 1856 senesindeki güzergahı, programı gereği  Halikarnas’a gelen, kazılar yapan, yanısıra etrafı keşfeden ve bu arada kazdığı Mausoleum’u İngiltere’ye taşıyan ünlü diplomat, gezgin, kaşif, arkeolog Sir Charles Thomas Newton’dur.  

Sir C.T. Newton, 1856’da Bodrum’da bulunduğu günlerde kazanın ileri gelenleriyle tanışıp kimisiyle de ahbap olur. Bu arada, aklı elindeki bazı gümüş sikkelerdedir. British Museum’a da vermiş olduğu bu sikkelerden biri onun için çok önemlidir. Çünkü, onu Cos’ta bulunduğu yıllarda  Kaliminoslu bir dalgıçtan satın almıştır. Bu Gümüş Sikke, Termeralılara aittir. Bölge tarihini iyi bilen C.T. Newton, Termeralıların Lelegler olduğunu ve bu kavmin karşı adalara sık sık korsanlık yaptığını çok iyi bilmektedir. Dolayısıyla, etrafta  bu paralardan gani gani bulunabileceğini düşünür ama önce Termera’nın nerede olduğunu bulmak zorunda kalır. Mausoleum kazıları nasıl olsa sorunsuz devam ettiği için,  günün birinde katırlardan oluşan bir kafile düzer. En iyi adamlarını yanına alarak keşif ve arama gezisine çıkar.  Kafilede   Bodrum’un ileri gelenlerinde Aspat-Asarlık  havalisinin sahibi zatı muhterem de vardır. Ünlü Arkeolog, bu hikayeye kitabında şöyle devam eder: (Resim15a: Termera parası-fotoğraf) 

 

 

 “ Aspat Kalessi de denilen Chifoot Kalessi, denize bakan yüksek çorak bir tepeye inşa edilmiş. Kafile halinde Assarlik’ten Chifoot Kalessy’ne doğru harekete geçtik. Dağın eteklerindeki  eski patika yolun izini at sırtında takip edemedik. Sonra daha dolambaçlı olan sahil yolunu kullandık. Chifoot Kalessy dik, sarp kayalık sırtlarda aniden yükselen bir zirvede ortaçağ kalesi kalıntılarıyla taçlandırılmış gibidir. Zirvede Türk ya da Bizans köy kalıntıları, hemen doğuda Bizans tonozlu birkaç mezar, kayalığın kuzeybatı tabanında bir bataklık, denize doğru akan tatlı bir su bulunmaktadır. Kayanın etrafını dolaşıp denize doğru bakan tarafa geldik...

 

Assarlik'in tepesi Chifoot Kalessy'den görülebiliyor...Chifoot Kalessy'deki harabelerde Hellen yazıtları görmedim, ancak Budrum'da ikamet eden bu bölgenin sahibi olan zengin Türk, tam aksini söylüyor... Bir zamanlar Bizans Kalesi’nin işgal ettiği kayalar üzerinde eski bir akropolisin durduğuna şüphe yok...Termera'nın bu yer olduğuna inanmamam için hiçbir sebep kalmadı...” (5*)

 

 

Sir C.T. Newton Akropolis kalıntılarının bulunduğu yerden, Strabon’nun Termera hakkında yazdıkları ile Kos’ta satın almış olduğu gümüş sikkenin örtüşmesinden, muhtemelen o sikkeyi bulan Kaliminoslu Dalgıç ile Kos’lu satıcının yer tarifinden, Asarlık bölgesinin sahibi Türk’ün verdiği bilgilerden( veya gümüş sikkelerden) yola çıkarak aradığı yeri nihayet bulur. Tabii muhakkak ki çocuklar gibi sevinir.

 

Sir C.T. Newton, Chifoot Kalessi’nin  Termeralılar zamanında hapishane olarak kullanıldığını sanır. Ünlü İngiliz arkeologlardan John Manuel Cook ve George Ewart Bean de Termera'daki bu kalenin, site yöneticisi Tiranlar tarafından yüzlerce yıl boyunca sanki adettenmiş gibi hapishane olarak kullanıldığı belirtir.(6*)

...

 

 

SONUÇ: “Aspat örneğinde olduğu gibi bugün birçok arkeolojik alan, tarihi, mimari, estetik ve sanat tarihi değeri yüksek bir grup eser olmanın ötesinde doğal, kırsal, kentsel, tarihi ve sosyal değerlerle bütünleşmiş daha büyük bir kültürel peyzaj bağlamının önemli öğeleridir. Bugün bir antik kenti ve onun eserlerini değerlendirirken, bu alanların eskiçağlardan itibaren içinde konumlandıkları doğal çevrenin kullanımı ve yorumlanması sonucu ortaya çıkan mimari ve kentsel biçimlenmeler olduğu, bu nedenle doğal çevre yönetimi, geleneksel tarım, ticaret vb üretim faaliyetleri, günlük yaşam ve inanışlara ilişkin önemli bilgi kaynakları olduğu dikkate alınmalıdır.” NİDA AVCI-ARKEOLOJİK ALAN YÖNETİMİNDE SÜRDÜRÜLEBİLİR YAKLAŞIMLAR/Mersin Ünv. Mimarlık Bölümü.(7*)

 

Bu yazı dizisi, “Jeolojik ve Kültürel Varlık” alanlarımızın en önemlilerinden biri olan Aspat’ın hukuka aykırı biçimde katledilmesine kamuoyunun dikkatini çekmek maksadıyla kaleme alınmıştır.

 

Bitti

 

mehmet çilsal

 

 

(1*) Makrypoulias Christos- Çeviri: Velentzas Georgios Referans için: Makrypoulia Christos, "Küçük Asya'da Yahudiler (Bizans)", Helenik Dünya Ansiklopedisi, Küçük Asya:

https://docplayer.gr/31853981-Perilipsi-hronologisi-geografikos-entopismos-asia-minor-idryma-meizonos-ellinismoy-1-historical-background.html

 

-The Jews of Byzantium (1204-1453) by Steven Bowman

 

(2*)Bkz-Şakir Çakmak: MENTEŞE BEYLİĞİ VE OSMANLI DÖNEMLERİNDE STROBİLOS https://www.academia.edu/6904720/Sakir_Cakmak-_Strobilos

 

(3*) Bkz-Kitab-ı Bahriye-Piri Reis/Tercüman yayınları

 (4*)Bkz- EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ 9.Cilt /YÜCEL DAĞLI - SEYİT ALİ KAHRAMAN - ROBERT DANKOFF

http://bizdosyalar.nevsehir.edu.tr/4614c6b6885a1f219d0b17a5311eda12/evliya-celebi-seyahatnamesi-yeni-baski-01-evliya-celebi.pdf

 

(5*)HALICARNASSUS, CNIDUS, AND BRANCHIDAL VOLUME II. IN TWO PARTS. PART II. C. T. NEWTON/ M.A., KEEFER OF THE GREEK AND ROMAN ANTIQUITIES, BRITISH MUSEUM: ASSISTED BY R. P. PULLAN, P.R.I.B.A. LONDON:DAY & SON, LITHOGRAPHERS TO THE QUEEN, GATE STREET, LINCOLN’S-INN FIELDS. 1863. The Bight of Translation is Reserved.

https://archive.org/details/ahistorydiscove01pullgoog

 

(6*) Bkz-THE ANNUAL  OF THE  BRITISH SCHOOL AT ATHENS/ THE HALICARNASSUS PENINSULA By John Manuel Cook, George Ewart Bean 

https://archive.org/details/annualbritishsc01commgoog

 

The plan no. 5 was fixed where possible by compass intersections from the comers of the citadel, but the steep convex slopes made a complete system of intersections impossible some details of the intermediate perimeter and the position of the vaulted tomb have been added from a freehand plan drawn by Mr. R. V. Nicholls in 1949- THE ANNUAL  OF THE  BRITISH SCHOOL AT ATHENS/ THE HALICARNASSUS PENINSULA  By John Manuel Cook, George Ewart Bean 

 https://archive.org/details/annualbritishsc01commgoog

 

(7*) Bkz-ARKEOLOJİK ALAN YÖNETİMİNDE SÜRDÜRÜLEBİLİR YAKLAŞIMLAR: ASPAT (STROBİLOS) YÖNETİM PLANI ÇALIŞMALARI-Nida Avcı/2014 http://jfa.arch.metu.edu.tr/archive/0258-5316/2014/cilt31/sayi_2/189-207.pdf

 

ASPAT-TARİH-TABİAT...

ASPAT-İNŞAAT-MEVDUAT...

(Tabiat ve Kültürel Varlıklar katliamı-2)

 

Yahudiler, Aspat’a nereden, nasıl, ne zaman gelmişti?

 

Aspat Kalesi’ne Menteşeoğulları ve Osmanlılar devrinde “Çıfıt Kalesi” deniyordu.  Bu tabir, burada ezelden beri Yahudilerin yaşadığına işaretti. “Çifut” ya da “Çıfıt”, Farsça “cihud” dan Türkçeye geçmişti ve hem “Yahudi”(Musevi) demekti hem  hilekar, düzenbaz anlamında kullanılıyordu.

 

 

Yunan Tarihçi Makrypoulias Christos,  Küçük Asya’daki ilk Yahudilerin varlığını Makedon Kralı Antiokhos III’e bağlar. Yazdıklarına göre İskender’in ölümüyle birlikte imparatorluk generaller arasında bölünür. Bunlardan Seleukos (MÖ 312), Babil’de çok güçlü bir devlet kurar. Bu devlet Balkanlardan Hindistan’a kadar genişleyip yükselişe geçer. Yahudilerin Anadolu ile tanışmaları bu yükselme döneminde olur.  

 

 

Seleikos sonrası hükümdarlardan biri olan Antiokhos III(MÖ 223), Küçük Asya'daki 60 dan fazla şehir ve kasabaya önemli miktarda Yahudi yerleştirir. Bunlardan  tüccar ve usta olanlar bilhassa Küçük Asya’nın batı ve orta kesimlerine iskan edilir. Hıristiyanlık ve Musevilik geriliminin devam ettiği bu yıllarda, Grek-Helen ahali bu insanları şehirlerinde istemez bu yüzden Yahudiler için ayrı mahalleler kurulur. Küçük Asya’yı yurt edinen Yahudiler, Helenistik dönemde daha da güçlenir. Zamanla Helen adlar alıp Elenice konuşmaya başlayan ve yerelleşen(asimile olan) bu Yahudiler ‘Rabbaniler’ adını alır.    

 

Yahudi nüfusun güneyden kuzeye göçü, ilerleyen yüzyıllarda da devam eder. Akdeniz ve Küçük Asya tüm Ortaçağ(MS 400-1400) boyunca ciddi miktarda Yahudi nüfus barındırır hale gelir. Bunu sebebi ise kutsal topraklarda Emeviler, Abbasiler, Fatımiler gibi Arap-İslam devletlerinin güçlenmesi ve Yahudi, Ermeni vb. halklarını sürekli  Küçük Asya’ya doğru sürmesidir. Sonradan gelen ve genellikle büyük şehirlere yerleşmeyi tercih eden bu göçmen Yahudiler, kendilerine ‘Karaites’ dese de  Bizans ahalisi, Rabbani-Karaites ayırımı yapmaz.(1*)  

 

 

1071 Malazgirt Savaşı sonrası Küçük Asya’ya Türk akınları başlar. Türk boylarından güneybatı istikametine göçenler, yurt edindikleri Antalya, Muğla, Aydın bölgesinde denizciliği öğrenir. Bu süreç beylik devletleri kurmaya kadar gider. Böylece, Küçük Asya’ya yeni bir kavim daha eklenmiş olur.

Ancak, 1200’lerde Anadolu halkları ve Bizans İmparatorluğu için bu kez başka bir tehlike belirir. Fil, kule, ateşli silah ve yüzbinlerce askerden oluşan Moğol Ordusu, doğudan batıya doğru talan yapa yapa, akın akın ilerler. Yağmacı Moğol Ordusu öylesine acımasız, gaddar, hunhardır ki daha kendisi gelmeden, yüzlerce km. öteden korkusu gelir. Arap ve Anadolu topraklarını kasıp kavururlar...  

 

 

Bu arada, Haçlı savaşları hala devam etmektedir. Ortadoğu kan gölü gibidir...

 

Bu gelişmeler, Ortadoğu ve Güney Asya’nın son kalan Yahudilerinin de Akdeniz ve Batı Anadolu’ya göçmesine sebep olur.

 

ASPAT VE TÜRKLER

 

Aspat Yahudileri’nin geçmişinin Makedon Krallığı’na mı, İslam’ın doğuşuyla birlikte ortaya çıkan Arap devletlerine mi, Haçlı savaşlarına mı dayandığını, ne kadar eskiye gittiğini bilmiyoruz ama kendilerine ‘Çıfıt’ diyen Türklerle Menteşeoğulları(13.yy) döneminden bile önce, 1080’lerde tanıştıklarını biliyoruz.    Bu ilk karşılaştıkları  Türkler, 1030’ların vurkaçcı Araplarına benziyordu. Kuman, Kıpçak, Gagavuz, Horasan karışımı Türkler, 1080-1260 arası yıllarda yerel feodal beylerle imparatorluğa karşı işbirliği yaparak ve Bizans askeri birlikleriyle çarpışa çarpışa  karadan Batı’ya-Ege’ye doğru ilerler. Menteşeoğulları Beyliği’nin bölgede hegomanya kurduğu dönem, Aspat Yahudileri’nin Türklerle ikinci kez tanıştığı dönem olur.

 

 

Bu yılların Aspat’ı, Bizans İmparatoru’ndan serbest ticaret imtiyazı almış Venediklilerin de hem yerleşim birimi hem limanıdır. Balad’ı kendine başkent yapan Menteşeoğulları, egemen oldukları deniz, kıyı ve kara alanlarındaki Yahudi ve Venedikliler’in varlığı sayesinde ticareti öğrenip Anadolu’daki diğer beylik devletleri içinde en müreffeh, en zengin devlet haline gelir. Aspat-Strobilos/Termera’nın Rum, Yahudi, Latin kadim ahalisi Menteşeoğulları’na vergi ödemeye başlar. Türkler, sadece Aspat-Termera yamaçlarındaki  kale, ev, sarnıç, hisar, sur  gibi yapılarda yaşamakta olan  Rum, Yahudi, Venediklilerden ‘baş vergisi’ toplayan egemen devlet idarecileri değil aynı zamanda artık bu kadim insanların komşusu da olur. Strobilos zirvesindeki gözetleme kulesi ve düşmandan saklanmaya yarayan kale, artık “Çıfıt Kalesi” diye anılır. 

 

 

1390’daki Yıldırım Beyazıd istilasıyla birlikte bölgeye Osmanlı Türkleri hakim olur. Menteşeoğulları ümera ve ulema sınıfı Osmanoğullarının bıraktığı paşaya biat eder.    

 

15’nci yüzyılın başlarıysa, Bizans İmparatorluğu, Latin despotluklar, St John Rodos Şövalyeleri ve Türk Beyliklerini barındıran Anadolu’nun kaos yıllarıdır. Herbirinin derdi başından aşkınken, tüm bunlar yetmezmiş gibi bu kez hepsinin istikbalini  etkileyecek başka bir felaket belirir: Moğol istilası...Osmanlı’yı Ankara Savaşı’nda yenen Timur, Anadolu’yu dizayn etmeye başlar.   

 

 

İşte tam bu yıllarda, harabe Halikarnas’a birileri daha gelir. Aragon, Katalan, İtalyan, Alman ve Frenklerden müteşekkil Rodos Şövalyeleri, Zephyria yarımadacığının kalıntıları üstüne kale yapmaya koyulur. Yüzlerce senedir sessizliğe gömülü Karya’nın başkentinden kazma kürek, insan ve köpek sesleri yükselmeye başlar. Böylece Leleg-Halikarnas Yarımadası’nın  nüfusu biraz daha çeşitlenir, ancak 1403 senesi ne yazık ki berbat bir sene olur. 

  

 

Aspat’lılar, o sene Moğol Ordusu’nun yazbaşında Balad’ta(Palatia) ordugah kurduğunu, kafileler halinde sağı solu yağmalağını, hatta az ötedeki Leros’tan gemiler dolusu insan ve esir götürdüklerini duyar ve en kuytu yerlerde gruplar halinde saklanmaya başlar. Muhetemelen Timur  Ordusu’nun bir an evvel defolup gitmesini korku içinde beklerler.        

 

Bu arada Zephyria’da kale inşa eden Aziz John’un Rodos Şövalyeleri, Moğolların ne tür insan olduğunu İzmir’den çok iyi bildiği için  1403’te Balad’ta(Palatia) ordugah kuran bu askerlere karşı gece gündüz tetikte bekler. Aslında sadece Aziz John Şövalyeleri(sancuvan) değil hemen karşıdaki adalardan Leros’un yağması ile Osmanlı Padişah’nın Balad’ta kafeste tutulduğunu duyan Yarımada’nın Ortodoks Rum Papazları(kalmışsa eğer) da Timur deccalinin bir an evvel bölgeden çekip gitmesi için duaya durup ayinler yapar.   

 

Timur, Menteşeoğlu ülkesini Osmanoğlu Yıldırım’dan alıp  her sene vergi ödemek kaydıyla  eski sahibine  iade eder. Moğol Ordusu’nun nihayet bölgeyi terketmesinin ardından Yarımada’nın kaderi değişmeye başlar. Sadece deniz yolları değil, Karaova-Milas-Beçin ile köyleri birbirine bağlayan kara yolları da nispeten  hareketlenir.  

 

 

Aspat, bir liman şehri olması nedeniyle Yarımada’nın diğer yerlerine nazaran daha şen, daha hareketlidir. Az öteye birkaç fersahlık (3 deniz mili) mesafedeki harabe Halikarnas’a kale inşa eden bir nüfusun gelmiş olması,  Aspat’ın kadim ahalisi Rum, Yahudileri(Çıfıt) ve Tüccar Venediklileri nasıl etkilediğini bilmiyoruz.    

 

Fetret devri sonrası 1412 gibi Menteşeoğlu toprakları Osmanoğlu Çelebi Mehmet  tarafından bir kez daha istila edilir. Leleg-Halikarnas Yarımadası, Rodos Şövalyeleri’nin inşa ettiği St. Pierre(Aziz Petrus)  Kalesi ve yakın çevresi hariç tamamen Osmanlı’nın hakimiyetine girer.Güçlenip büyüyen Osmanlı Devleti, zamanla Rodos Şövalyelerini topraklarında istememeye başlar. Sürekli işgal plan ve hazırlıkları yapar.  

 

 

1472 senesinde, Aspat-Strobilos/Termera’da beklenmedik bir musibet daha zuhur eder.  Osmanlı’nın Eğriboz’u fethine karşılık vermek isteyen Venedikliler Avrupa krallıklarını bir haçlı seferi yapılması için ikna eder. Venedikli tarihçi Domenico Maligiero’nun yazdıklarına göre, St. Jean Şövalyeleri ile Kıbrıs Krallığına ait gemilerden oluşan büyük bir Donanma, Aspat limanına çıkarma yapar 400 kadar haneyi yakıp yıkar ve sağ kalan ahaliyi Türk, Rum, Yahudi demeden esir alır.  Bu haydutluğa büyük bir ihtimalle Rodos yedeği olan St. Peter Kalesi rahip ve savaşçıları bizzat aracılık eder. (2*)

 

Aspat, büyük bir ihtimalle bu vakıadan sonra uzun bir süre bomboş kalır. Artık bölgede Yahudiler yoksa da geride yadigar bıraktıkları adları kalır: Çıfıt Kalesi...

 

 

Yaşanan felaketinden tam 8 sene sonra(1480), Akdeniz’deki  çıban başı Hospitaller Şövalyeleri’nin işini bitirmek maksadıyla Osmanlı Donanması nihayet bölgeye gelir, ancak Rodos kuşatması başarısız olunca geri dönülür.  

Piri Reis ve Aspat

Piri Reis, 1520’lerde bitirdiği el yazması Kitab-ı Bahriye’sinde Aspat’ı şu şekilde tarif eder “İspot Kalesi deniz üstünde sivri bir tepeye kurulmuş. Kalenin önünde harap binalar var su ihtiyacı binaların kenarındaki sarnıçtan sağlanır Burdan akan su denize kadar uzanır.Poyrazda kaleönü iyi sığınak yeridir.” .  (3*)     

 

 

Evliya Çelebi ve Aspat

 

Evliya Çelebi, 1672’de çıktığı Batı Anadolu-Mekke hicaz seyahatı sırasında görüp gezdiklerini not ettiği seyahatnamesinde, “Ispat” dediği Aspat’tan şöyle bahseder: “Evsaf-ı kal’a-i Isbat, Daha once Malta kafiri Venedik elinden alıp harap etmiş. Sonra Menteşe oğulları fethedip mamur etmişler. Hala Menteşe toprağında Kara Bağlar kazası adlı bir burunda gokyuzune uzanmış bir sarı kaya Bisutun Dağı uzerinde henuz usta elinden cıkmış bir sağlam kaledir. Limanında demir atıp ruzgar biraz insin deyip bekleyip kaleyi gezdik. Yalcın kaya uzerinde yuvarlak bir kucuk kaledir, buyukluğu 700 adımdır. Kuzeye bakar bir kapısı var. Ama gayet yuksek olmakla onda insan olmayıp atıl yatar. Ancak vilayet halkı kafir korkusundan coluk cocuklarını ve mallarını oraya koyup korurlarmış.

 

 

Dizdarı, neferi, top ve tufengi yoktur. Aşağı limanında yalcın kayalar dibinde deniz kıyısında bir abıhayat suyu kaynayıp cıkar, 10 değirmen yurutur bir tatlı sudur. Tum gelen giden gemiler ondan sulanırlar, zira suyu bir yıl dursa bozulmaz, gayet şeker gibi sudur. Oradan yine firkateye binip Isbat Kalesi dibinden kıyı sıra 2 mil gidip yalcın kayalar uzere vardacılar koyup kafir gemileri olmadığının haberini alıp Allah'a sığınıp 6 mil karşı sıyırma ruzgar ile hamd olsun kolaylıkla gecip...”. (4*)  

Aspat Kalessi(Chifoot Kalessi) ve Sir Charles Thomas Newton

 

 

Karya Ülkesi ve onun yükseklerde kurulmuş şehirlerinden bahseden  Homeros,  Heredot, Pliny, Vitruvius, Strabo gibi tarihçilerin,  az ya da çok Termera’yı da tarif ettiğini biliyoruz. Ortaçağ ve sonrasında ise Aspat’ı(Termera-Strobilos-Asarlık) arkeolojik boyutlarıyla ele alan en ünlü şahsiyet 1856 senesindeki güzergahı, programı gereği  Halikarnas’a gelen, kazılar yapan, yanısıra etrafı keşfeden ve bu arada kazdığı Mausoleum’u İngiltere’ye taşıyan ünlü diplomat, gezgin, kaşif, arkeolog Sir Charles Thomas Newton’dur.  

Sir C.T. Newton, 1856’da Bodrum’da bulunduğu günlerde kazanın ileri gelenleriyle tanışıp kimisiyle de ahbap olur. Bu arada, aklı elindeki bazı gümüş sikkelerdedir. British Museum’a da vermiş olduğu bu sikkelerden biri onun için çok önemlidir. Çünkü, onu Cos’ta bulunduğu yıllarda  Kaliminoslu bir dalgıçtan satın almıştır. Bu Gümüş Sikke, Termeralılara aittir. Bölge tarihini iyi bilen C.T. Newton, Termeralıların Lelegler olduğunu ve bu kavmin karşı adalara sık sık korsanlık yaptığını çok iyi bilmektedir. Dolayısıyla, etrafta  bu paralardan gani gani bulunabileceğini düşünür ama önce Termera’nın nerede olduğunu bulmak zorunda kalır. Mausoleum kazıları nasıl olsa sorunsuz devam ettiği için,  günün birinde katırlardan oluşan bir kafile düzer. En iyi adamlarını yanına alarak keşif ve arama gezisine çıkar.  Kafilede   Bodrum’un ileri gelenlerinde Aspat-Asarlık  havalisinin sahibi zatı muhterem de vardır. Ünlü Arkeolog, bu hikayeye kitabında şöyle devam eder: (Resim15a: Termera parası-fotoğraf) 

 

 

 “ Aspat Kalessi de denilen Chifoot Kalessi, denize bakan yüksek çorak bir tepeye inşa edilmiş. Kafile halinde Assarlik’ten Chifoot Kalessy’ne doğru harekete geçtik. Dağın eteklerindeki  eski patika yolun izini at sırtında takip edemedik. Sonra daha dolambaçlı olan sahil yolunu kullandık. Chifoot Kalessy dik, sarp kayalık sırtlarda aniden yükselen bir zirvede ortaçağ kalesi kalıntılarıyla taçlandırılmış gibidir. Zirvede Türk ya da Bizans köy kalıntıları, hemen doğuda Bizans tonozlu birkaç mezar, kayalığın kuzeybatı tabanında bir bataklık, denize doğru akan tatlı bir su bulunmaktadır. Kayanın etrafını dolaşıp denize doğru bakan tarafa geldik...

 

Assarlik'in tepesi Chifoot Kalessy'den görülebiliyor...Chifoot Kalessy'deki harabelerde Hellen yazıtları görmedim, ancak Budrum'da ikamet eden bu bölgenin sahibi olan zengin Türk, tam aksini söylüyor... Bir zamanlar Bizans Kalesi’nin işgal ettiği kayalar üzerinde eski bir akropolisin durduğuna şüphe yok...Termera'nın bu yer olduğuna inanmamam için hiçbir sebep kalmadı...” (5*)

 

 

Sir C.T. Newton Akropolis kalıntılarının bulunduğu yerden, Strabon’nun Termera hakkında yazdıkları ile Kos’ta satın almış olduğu gümüş sikkenin örtüşmesinden, muhtemelen o sikkeyi bulan Kaliminoslu Dalgıç ile Kos’lu satıcının yer tarifinden, Asarlık bölgesinin sahibi Türk’ün verdiği bilgilerden( veya gümüş sikkelerden) yola çıkarak aradığı yeri nihayet bulur. Tabii muhakkak ki çocuklar gibi sevinir.

 

Sir C.T. Newton, Chifoot Kalessi’nin  Termeralılar zamanında hapishane olarak kullanıldığını sanır. Ünlü İngiliz arkeologlardan John Manuel Cook ve George Ewart Bean de Termera'daki bu kalenin, site yöneticisi Tiranlar tarafından yüzlerce yıl boyunca sanki adettenmiş gibi hapishane olarak kullanıldığı belirtir.(6*)

...

 

 

SONUÇ: “Aspat örneğinde olduğu gibi bugün birçok arkeolojik alan, tarihi, mimari, estetik ve sanat tarihi değeri yüksek bir grup eser olmanın ötesinde doğal, kırsal, kentsel, tarihi ve sosyal değerlerle bütünleşmiş daha büyük bir kültürel peyzaj bağlamının önemli öğeleridir. Bugün bir antik kenti ve onun eserlerini değerlendirirken, bu alanların eskiçağlardan itibaren içinde konumlandıkları doğal çevrenin kullanımı ve yorumlanması sonucu ortaya çıkan mimari ve kentsel biçimlenmeler olduğu, bu nedenle doğal çevre yönetimi, geleneksel tarım, ticaret vb üretim faaliyetleri, günlük yaşam ve inanışlara ilişkin önemli bilgi kaynakları olduğu dikkate alınmalıdır.” NİDA AVCI-ARKEOLOJİK ALAN YÖNETİMİNDE SÜRDÜRÜLEBİLİR YAKLAŞIMLAR/Mersin Ünv. Mimarlık Bölümü.(7*)

 

Bu yazı dizisi, “Jeolojik ve Kültürel Varlık” alanlarımızın en önemlilerinden biri olan Aspat’ın hukuka aykırı biçimde katledilmesine kamuoyunun dikkatini çekmek maksadıyla kaleme alınmıştır.

 

Bitti

 

mehmet çilsal

 

 

(1*) Makrypoulias Christos- Çeviri: Velentzas Georgios Referans için: Makrypoulia Christos, "Küçük Asya'da Yahudiler (Bizans)", Helenik Dünya Ansiklopedisi, Küçük Asya:

https://docplayer.gr/31853981-Perilipsi-hronologisi-geografikos-entopismos-asia-minor-idryma-meizonos-ellinismoy-1-historical-background.html

 

-The Jews of Byzantium (1204-1453) by Steven Bowman

 

(2*)Bkz-Şakir Çakmak: MENTEŞE BEYLİĞİ VE OSMANLI DÖNEMLERİNDE STROBİLOS https://www.academia.edu/6904720/Sakir_Cakmak-_Strobilos

 

(3*) Bkz-Kitab-ı Bahriye-Piri Reis/Tercüman yayınları

 (4*)Bkz- EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ 9.Cilt /YÜCEL DAĞLI - SEYİT ALİ KAHRAMAN - ROBERT DANKOFF

http://bizdosyalar.nevsehir.edu.tr/4614c6b6885a1f219d0b17a5311eda12/evliya-celebi-seyahatnamesi-yeni-baski-01-evliya-celebi.pdf

 

(5*)HALICARNASSUS, CNIDUS, AND BRANCHIDAL VOLUME II. IN TWO PARTS. PART II. C. T. NEWTON/ M.A., KEEFER OF THE GREEK AND ROMAN ANTIQUITIES, BRITISH MUSEUM: ASSISTED BY R. P. PULLAN, P.R.I.B.A. LONDON:DAY & SON, LITHOGRAPHERS TO THE QUEEN, GATE STREET, LINCOLN’S-INN FIELDS. 1863. The Bight of Translation is Reserved.

https://archive.org/details/ahistorydiscove01pullgoog

 

(6*) Bkz-THE ANNUAL  OF THE  BRITISH SCHOOL AT ATHENS/ THE HALICARNASSUS PENINSULA By John Manuel Cook, George Ewart Bean 

https://archive.org/details/annualbritishsc01commgoog

 

The plan no. 5 was fixed where possible by compass intersections from the comers of the citadel, but the steep convex slopes made a complete system of intersections impossible some details of the intermediate perimeter and the position of the vaulted tomb have been added from a freehand plan drawn by Mr. R. V. Nicholls in 1949- THE ANNUAL  OF THE  BRITISH SCHOOL AT ATHENS/ THE HALICARNASSUS PENINSULA  By John Manuel Cook, George Ewart Bean 

 https://archive.org/details/annualbritishsc01commgoog

 

(7*) Bkz-ARKEOLOJİK ALAN YÖNETİMİNDE SÜRDÜRÜLEBİLİR YAKLAŞIMLAR: ASPAT (STROBİLOS) YÖNETİM PLANI ÇALIŞMALARI-Nida Avcı/2014 http://jfa.arch.metu.edu.tr/archive/0258-5316/2014/cilt31/sayi_2/189-207.pdf

 


Bu yazı 10822 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA

Web sitemize nasıl ulaştınız?


Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
HAVA DURUMU
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
resmi ilanlar
GÜNLÜK BURÇ
nöbetçi eczaneler
YUKARI