Bugun...


Ayser Özbulut

facebook-paylas
GECE NEYİ ÖRTER GÜNDÜZ NEYİ ORTAYA DÖKER…
Tarih: 18-11-2019 15:06:00 Güncelleme: 19-11-2019 10:45:00


 

GECE NEYİ ÖRTER GÜNDÜZ NEYİ ORTAYA DÖKER…

“Yokuş başına geldiğinde Bodrum’u göreceksin

Sanma ki geldiğin gibi gideceksin

Senden öncekilerde böyleydiler

Akıllarını hep Bodrum’da bırakıp gittiler…”

Diye anlatıyor Bodrum’u Halikarnas Balıkçısı. Her köşesinde ince bir ayrıntı, aleni bir güzellik, gecesi ayrı gündüzü ayrı, galiba bu sihir havasında saklı.

Bodrum geceleri deyince herkesin aklına eğlence gelir. Barlar, Meyhaneler, konserler, partiler… Bodrum geceleri sadece eğlenenleri barındırmaz sokaklarında. Gelen yerli ya da yabancı turistin eğlenmesini sağlayan, gecesini renklendiren, ihtiyaçlarını karşılayan birileri vardır. Herkes için sadece o anı renklendiren, hayatlarını birkaç saniye meşgul eden ve belki de bir daha karşılaşmayacakları birileri. Yani bin bir çeşit hayatlara ev sahipliği yapar. Bazen gün yüzünde yaşanan,  bazen kenarda köşede kuytuda saklanan hayatlara sahne olur…

Cevat Şakir Caddesinden denize doğru yürümeye başlarsınız. Araçlara tek yönde ilerleyen cadde üzeri, her mevsim sağlı sollu kaldırımlar kalabalıktır. Akşamüzeri yerli yabancı turistlerin, günlük hayatlarına devam eden Bodrumların arasından ilerlerken, kavrulmuş kahve kokusundan nasibinizi alırsınız. Atatürk caddesine gelmeden hafif bir balık kokusu, tereyağında güveçte pişen sarımsaklı karidesin kokusuyla karışır istemsizce sokağın içine döndürür sizi. Adım adım ilerlerken peynircilerin arasından keman ve kanun nağmeleri kulaklarınıza “ Suyla karışınca kristal gibi parlayan içecekten içme zamanı”   türküsünü fısıldar.

Kendinizi meyhaneler sokağının içinde bulduğunuzda mavi beyaz örtülerin üzerinde mevsim çiçeklerinin süslediği masaların birine oturursunuz. Her mekânın birbirine bakan masalarında ne sohbetler yapılır. Masanızdaki sohbete eşlik ederken, bazen de etraftaki insanlara dikkat kesilirsiniz. Diğer mekânın masasında tanıdık bir yüze rastlar, uzaktan kaldırdığınız kadehlerle esenlikler dilersiniz, şerefe dersiniz.

Tam muhabbetin ortasında arka arkaya gülcüler gelir,  “ Ablama bir gonca gül yakışır abi “ diye seslenir eşinize. Daha onları uğurlamadan piyangocular gelir hepsi bir ağız olmuş milyonların şansını taşıdıklarını söyler ellerindeki şans oyunlarını satmaya çalışırlar. Yavaş yavaş kalabalıklaşır sokak, gırnatacılar masa masa dolaşır, ufak bir bahşiş karşılığında istediğiniz şarkıyı çalar söylerler makamına uygun olup olmamasının bir önemi yoktur. Kimi masalardan kahkaha sesleri yükselir kimisinden münakaşa. Bazı masaları bir hüzün, belki de bir özlem süsler. Sokak, balıkçıların yaptığı eşsiz mezelerin lezzetiyle, acıyla tatlı neşeyle hüzün karışık uğultuya dönüşür bir süre sonra. Fakat bu kargaşanın kendine has bir ahengi vardır her zaman…

 

 

Böyle bir akşam muhabbetindeydik ailece. Sohbetin en koyu anında gözüm takıldı masaların ortasındaki aralığa. Boynuna asmıştı tablasını, gözle görülür düzeyde belirgindi kamburu, başına taktığı şemsiyesi gökkuşağı renklerinde, titrek adımlar ve akça pakça yüzünde yeni açmış Bodrum papatyası gibi gülümsemesi ile bizim oturduğumuz tarafa doğru yürüyor… Dikkatimi kaçıramamıştım tam eşime arkana doğru bakar mısın diyecekken, mekânın sahibi “Altın dede, 20 numaralı masa seni bekliyor “ diye seslendi. Yavaş adımlarla 20 numaralı masaya yönelirken mekân sahibine “Kabul ederse biraz sohbet etmek isterim Altın dede ile “ diye rica ettim.

Masaya geldiğinde yüzündeki papatya gülümsüyordu. Boynundan tablasını çıkardı masaya koydu. Bir şeyler ikram etmek istedik sadece çay içebileceğini söyledi. Sanki ne konuşacağımızı anlamış gibi hemen kendinden bahsetmeye başladı.

“Sırtımdaki kamburu fark ettiniz mi bilmiyorum, uzun yıllardır onu taşıyorum. 68 yaşındayım, kunduracıydım, günde 12- 14 bazen 16 saat kundura tezgâhında ayakkabı imal ediyordum. Sağlığım izin vermedi. On beş yıl sonra bırakmak zorunda kaldım. Bu mesleğimin bana hediyesi sırtımda kamburum ve ciğerlerimde bıraktığı hasar. 1.200 TL emekli maaşım var. Sence bu parayla ailemi geçindirme şansım var mı?”

Hayat boyu çalışmak zorunda olmak bana hayata tutunmanın yolunu kazandırdı. Çalıştığım zaman sağlığım yerinde, çalışamadığım zaman sağlığım yerinde değil. Her gece en az 20 km yürüyorum kucağımda tablamla. Ben tablama aşığım, çünkü o benim evimin nafakasını çıkarmamı sağlıyor…”

Bir çırpıda anlatınca boğazı kurudu. Bir yudum su içti ve derin bir nefes aldı Altın Dede. Onu dinlerken aslında benim derin nefes aldığım anlar daha çoktu. Titreyen elleriyle ilaç kutusunu çıkardı, on bir farklı ilaç kullanıyor. O anda telefonu çaldı. Kızının aradığını ve onunla konuşmamı istedi. Konuştum kızıyla, ana okul öğretmeni olmuş. “Altın kalpli babamın tablası sayesinde aldım bu diplomayı diyor. Hala her gece 20 – 25 km yürüyerek çıkarıyor nafakamızı. Üstelik yıllardır Parkinson hastalığı ile de mücadele ediyor. Biz her gece annemle başına bir şey gelecek korkusuyla geliş saatini bekliyoruz. Bodrum sokaklarında o saatlerde her şey olabilir endişesini taşımadığımız bir an bile yok. Altın kalbi koruyor onu biliyorum. Onunla gurur duyuyorum…”

Benim kızım melektir diye aldı telefonu elimden, cebine koydu. Soruları ben sorarım diye düşünürken kendi sorup kendi cevaplıyordu. Bana neden Altın Dede diyorlar biliyor musun kızım? Diye başladı söze “ Kimseyi incitmem ben, sokakta gördüğüm hiçbir canlıyı incitmem. Yalan söylemem. Bir yerde para mı buldum hemen sahibine ulaşması için gereğini yaparım. Adam telefonunu mu unutmuş masada, ulaştırana kadar çabalarım. Çalışarak nafakamı çıkarabildiğim için şükrederim. Evladıma eşime ekmek götürebileceğim için gülümserim.

Senin hikâyeni yazmak istiyorum ne dersin Altın Dede diye sorduğumda “ Aman kızım zarar gelmesin bana, bu tabla benim ekmek teknem. İnsanlar bana getiriyor bu tabladaki ürünleri, sokak sokak dolaşıyorum. Eğer rahatsızlığımdan dolayı gece işe çıkamazsam beni görmeyen müşteriler ya da mekân sahipleri arar beni. Merak ederler. Beni korurlar kollarlar. Allah hepinizden razı olsun. Allaha inanırım ben, kalbimle gönlümle yalvarırım. Allah korkum vardır benim. Şükretmeyi minnet duymayı bilirim. Çağrılmadığım hiçbir masayı taciz etmem, kim beni davet ederse ona giderim. Bazen hiç satış yapmadığım zamanlar da olur. Fakat yine de yürüdüğüm 20 Km’lik mesafeyi neden yürüdüm diye hayıflanmam. Tablamı kapatırken Allah bin bereket versin derim. O günün kısmetine şükrederim. Her eve dönüşümde ılık sütümü hazır tutan eşime gülümseyerek içeri girerim ve yat sütümü içer yatarım.

Masmavi gözlerindeki pırıltıya dikkat çekince Altın dede aldı yine sözü dilimden.

“Yedi renktir benim gözlerim. Mavi, canlı, parlak, donuk, cam gibi, ışıltılı, sönük. Benim hanım göz rengime göre halimi anlar. Konuşmadan anlaşırız biz gözlerimizle. ”

Altın dede ile sohbet ederken o yedi rengi gördüm gözlerinde. 68 yıla neler sığdırmış. Sırtındaki kamburu onun heybesi gibi. Doldurmuş ne var ne yok içine. Ayakkabı imalatı yaptığı zamanlarda kullandığı malzemelerin ciğerlerinde bıraktığı hasarı, kendi kendine emekli olma başarısını, Parkinson hastalığını, romatizmasını, ara sıra tekleyen kalbini, yükselen tansiyonunu doldurmuş heybesinin içine. Her gün titreyen adımlarıyla taşımış Altın Dede. Daha da uzun süre taşıyacağına emin…

Bizden müsaade isteyerek ayrıldı yanımızdan. O tablası boynunda şemsiyesi başında uzaklaşırken meyhaneler sokağının uğultusu arasında, gırnatacıların nağmelerine “Ben yoruldum hayat, gelme üstüme. Diz çöktüm dünyanın namert yüzüne…” şarkısıyla eşlik ediyorlardı mavi beyaz örtülü masaların misafirleri…

Kenarda kuytuda gizlenen hayatlara birçok örnek vardır Bodrum sokaklarında. Adı meyhaneler sokağı, barlar sokağı, sanatçılar sokağı hangisi olursa olsun Bodrum’u anlatır her köşesinde. Kimler gelir kimler geçer yıllardır. Kimler Bodrum’da kalmıştır, kimlerin aklı Bodrum’da kalmıştır. Gece neleri örter gündüz neleri ortaya döker bilinmez. Yaşamadan görülmez.

Söylentilere bakılırsa yıkılacakmış meyhaneler sokağı. Yeni proje ile düzenlenecekmiş. Esnaf yavaş yavaş kapatıyor kepenklerini. Tek tek boşalıyor sokak. Değişim iyidir belki. Belki de değişim iyi değildir. O salaşlığı yok ederek modernleşeceğiz sevdasına; tarihi, kuytuda köşede saklanan hayatları,  balık - rakı kokusunu, gırnatacıların nağmelerini, gülcülerle piyangocuları ve Altın Dede’yi hapsetmeyiz umarım betonların içine…

Sevgi ve Dostlukla

AYSER ÖZBULUT



Bu yazı 7354 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA

Web sitemize nasıl ulaştınız?


Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
HAVA DURUMU
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
resmi ilanlar
GÜNLÜK BURÇ
nöbetçi eczaneler
YUKARI